Yükseköğretimde Kalite Güvencesi ve Akreditasyon
Yükseköğretimde Kalite Güvencesi ve Akreditasyon
İslam Ülkeleri Akademisyenler ve Yazarlar Birliği (AYBİR) tarafından düzenlenen “Dünyada ve Türkiye’de Yükseköğretim” başlıklı web panel serisinin üçüncüsü “Kalite Güvencesi ve Akreditasyon” konusu ile 4 Haziran’da gerçekleştirildi.
AYBİR sosyal medya hesapları üzerinden canlı olarak yayımlanan ve Prof. Dr. Orhan Uzun moderatörlüğünde gerçekleşen programın panelistleri Prof. Dr. Vatan Karakaya ve Prof. Dr. Muhsin Kar oldu.
Açılışta yükseköğretimde kalite kavramı üzerine konuşan Prof. Dr. Orhan Uzun, sektörlerin mal ve hizmet üretiminde kalite ile eğitim hizmetinde kalite arasında benzerliğe vurgu yaptı. “İş dünyasında endüstrileşme ile birlikte mal ve hizmet üretiminin otomasyonu ve çok yüksek miktarlara çıkmasından sonra kalite kavramı özellikle baskın hale geliyor. Dünyada da yüksek öğretim kurumlarının sayısı ve çeşitliliği arttıkça bu sefer kalite kavramı gündeme geliyor. Farklı pek çok yüksek öğretim kurumu var. Peki hangisi daha kaliteli? Dolayısıyla işte bunun standartlarını nasıl belirleyeceğiz? Kaliteyi nasıl ölçeceğiz?” diyen Prof. Dr. Uzun sözlerini “Bu konuda Amerika'da I. Dünya Savaşı'ndan sonra bu tür ilk çalışmalar gündeme geliyor. Ancak çatı kuruluş Amerika Yükseköğretim Akreditasyon Kurulu 1996'da kuruluyor. Yine o yıllarda Avrupa'da ise baktığımızda Avrupa'da da bu E4 grubu var. İşte ENQA, Avrupa Kalite Güvencesi Birliği, ESU, EUA ve EURAGE kurumları var. ESU, Avrupa Öğrenciler Birliği, EUA, Avrupa Üniversiteler Birliği, EURAGE de Avrupa Yükseköğretim Kurumları Birliği. Bunlar bir araya geliyor 2001 yılının başlarında. E4 grubu olarak isimlendiriliyor ve EQAR’ı kuruyorlar. EQAR Avrupa Yükseköğretim Kalite Güvencesi Tescil Kuruluşu. Yani bir anlamda bizim YÖKAK’ın muadili diyebiliriz. 2005 yılında European Standard and Guidelines diye Avrupa Kalite Standartları ve Rehberi’ni yayınlıyorlar ve bunun üzerinden üniversitelerin kendi iç kalite güvence sistemlerini kurmalarını sağlamaya çalışıyor. Bu ihtiyaç da özellikle üniversiteler yüksek öğretim kurumları arasındaki mobiliteyi, hareketliliği artırma ve birbirleriyle de eşleşme birbirlerini tanıma birbirleriyle konuşabilme olmuştur. Çünkü yüksek öğretim kurumları çok farklı programlar izliyor ve şu soruya cevap arıyorlar. Temelde bir programdan mezun olan kişi neyi bilir? neyi yapar?” şeklinde sürdürdü.
Türkiye’de yükseköğretimde kalite güvencesi üzerine konuşan Prof. Dr. Uzun “Türkiye'deki duruma geldiğimiz zaman Türkiye'de 1994'te ilk olarak ABET (Mühendislik ve Teknoloji Akreditasyon Kurul) bazlı Türkiye'de bazı programların ilk akreditasyon çalışmaları oluyor. 1997'de ilk defa üniversitelerin kalite değerlendirmesi bir proje dahilinde ortaya konuyor ama çok uzun sürmüyor. Daha sonra bunu öğretmen yetiştirme programlarında akreditasyon ve kalite iyileştirme çalışmaları izliyor. 1998'de 99'da bir proje var. Avrupa Kalite Kültürü Projesi kurumsal değerlendirme ve dış değerlendirme. Bazı üniversitelerimiz buna dahil oluyor. MÜDEK 2002 yılında kuruluyor. Bologna sürecine 2001 yılında ülkemiz dahil oluyor. Yine üniversiteler arası bir eşgüdümü sağlama adına ve programların birbirleriyle konuşabilmesi sağlama adına 2005 yılında YÖDEK kuruluyor. En nihayetinde 2015 yılında Yükseköğretim Kalite Kurulu(YÖKAK) YÖK'ün bünyesinde kuruluyor. 1 Temmuz 2017 yılında da idari ve mali açıdan bağımsız olarak kalite kurulu kurulmuş oluyor.” ifadeleri ile dünyada ve Türkiye’de yükseköğretimde kalite güvencesinin sağlanması için geçilen safhaları özetlemiş oldu.
Programın panelistlerinden Prof. Dr. Vatan Karakaya “kalite kavramına niye ihtiyaç var?”, “Kalite nedir?”, “Yükseköğretimde kalite güvencesi hedefleri nelerdir?”, ve “Niçin kurumlarımızda kalite güvence sistemi kurmalıyız?” soruları üzerine konuştu. Prof. Dr. Karakaya “Kalite insanoğlunun mantıkla tasarlanmış hedefine uygun işleri yapma becerisidir. Yani sizin herhangi bir hedefiniz var ise o hedefi gerçekleştirirken yaşamanız gereken, insan olmadan kaynaklı bir süreç var. Bu süreçte planlama, o planın faaliyetini gösterme, uygulamasını yapma, daha sonra iyi mi kötü mü yaptım diye bir kontrolden geçirme, kontrol sonrasında hedef gerçekleşmemiş ise tekrar başa dönüp hipotezi veyahut da tasarımını değiştirerek o işe hedefine uygun hale getirmedir. Bu Türkiye'de PUKÖ olarak da kısaltıldı ve Planla, Uygula, Kontrol et ve Önlem al anlamına gelmektedir.” dedi.
Stratejik planın kurum adına en iyi olarak tasarlanmış ortak akıl ürünü olduğunu söyleyen Prof. Dr. Karakaya sözlerini “Planlanma aşamasında stratejik planlamayı yapmak zorundayız. Yani kurum için mutlaka en iyi olmalı daha sonra o planın gerçekleşmesi için süreç planlamasını yapmak zorundayız. Faaliyet planlamasını süreci yaşatabilmek planlamasını yapmak zorundayız. Faaliyeti yaparken geleceğe dönük öngörüler ve bunlarda belirli riskler oluşacaktır. Ona dair risk planlamasını da yapıp daha sonra da eğer hedefimize varamadıysa iyileştirme içinde planlar yaptığımızda bir aşamayı tamamlamış oluyoruz. Böyle bir planlama artık uygulama aşamasında bu 5 başlık altında yine süreç devam edecektir. Eğer bir sistem üzerinde hedeflerine vardığı teyit edilecek hale geldiğinde bunun adı kalitedir. Yani kalite demek mantıksal tasarımlarımızı bu dediğim beş ayrıntı içerisinde takip edilmesidir.” şeklinde sürdürdü.
“Yükseköğretimde kalite güvencesi nereden ve nasıl gündemimize geldi?” sorusu üzerine fikirlerini ifade eden Prof. Dr. Muhsin Kar, yükseköğretim kurumunun sayıca artması ve erişimin kitleselleşmesinin de konu açısından önemli olduğunu söyledi. “Biz tartışıyoruz ya yüksek öğretim kurumlarımızın sayısı arttı diye. Mesela bazıları eleştirel yaklaşıyor. Ama ben buna eleştirel yaklaşmıyorum. Bu artış Türk devletinin devletimizin gücünü gösteriyor. Bu kapasite artışı bu kadar gençlerimizin Yükseköğretime erişim imkanı sağlanmış olması devletimizin gücünü gösteriyor. Dünyada birçok ülkedeki yükseköğretim kurumları gençlerine böyle bu kapasiteyi yaratamadı. Tabii bu direkt yükseköğretimin kitleselleşmesi ile alakalı bir konu. Yani bizdekine benzer şekilde gelişmiş ülkeler bunu daha erken yaşamış olabilirler. Biz şimdi yaşıyoruz ama daha yaşayamayan ülkelerde var.” diyen Prof. Dr. Kar sözlerini “Yükseköğretimde kitleselleşme ile birlikte karşımıza nitelik farklılıkları çıkmaya başladı. Çünkü çok geniş bir yelpazeden öğrenci kabul eden Yükseköğretim kurumları var. Türkiye'de herhangi bir programda en yüksek puanla öğrenci alan bir bölümü düşünün ve en düşük puanla öğrenci alan bir programı düşünün. Bunların kabul puanı için gerekli netleri bazen konuşuluyor. Burada çok ciddi farklılıklar var. İşte yükseköğretimdeki kalite güvencesi tartışması tam da bu yükseköğretimin kitleselleşmesi ile birlikte kendini çok açık hale getiren nitelik farklılıklarının azaltılmasını hedefliyor. Yani böyle bir amacı var. Bunu söyleyince şunun da yanlış anlaşılmasını istemiyorum. Türkiye'deki x bölümünden mezun tüm öğrencilerin aynı yeterliliğe sahip olmasını garanti etmiyor kalite güvencesi. Farklılıklar her zaman olacak. Amerika'da bu böyle. 3600 civarında üniversite olduğu söyleniyor. Bunların büyük bir kısmı akredite edilmiş durumda. Ancak hepsinin mezunlarının yeterliliği Harvard'ın ya da MIT'nin yeterliliğinde değil. Akreditasyon mezunların hepsinin aynı standartlarda olduğunu ifade etmiyor.” şeklinde sürdürdü.
“Kalite güvencesi ve akreditasyon konusunda biz neler yapabiliriz?” sorusu üzerine görüşlerini aktaran Prof. Dr. Vatan Karakaya “2011 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi adına Bolonya’da Avrupa Üniversiteleri Birliği'nin toplantısına katılmıştım. Gündem 2020'ye kadar uluslararası öğrenci dolaşımında Avrupa'nın payı ne olmalı idi. Oradan döndüğümde Sayın Cumhurbaşkanımız 2012'de “Türkiye öğrenci üssü olacak” dedi. Biz böylelikle global dünyada belirleyici olan eğitimle ilgili yabancı öğrenci sürecini başlattık. Geldiğimiz nokta itibariyle eksiklerimiz olmakla birlikte iyi bir trend yakaladığımız kanaatindeyim. Ancak tam da bu noktada söyleyeceğim akreditasyona neden ihtiyacımız var? Uluslararası bu dolaşım artık sermayenin dar boğazlara girdiği, insan gücünün kalitesinin iş gücüne dönüşmesinin çok önemli hale geldiği bir yerde kurumların akreditasyon ile kendi güvencesini ilan etmesi ve bunun üzerine basarak meydan okuması, hem vasıflı insan gücünü ortaya koyacak hem de onun garantisini verecek bir sistem kurması gerekmekte.” değerlendirmesinde bulundu.
Kurumsal akreditasyon ve program akreditasyonu üzerine konuşan Prof. Dr. Muhsin Kar “Dünyadaki kalite güvence sistemlerine baktığımızda bir standart yaklaşım dediğimiz, bir programda açmak için gerekli fiziki, beşeri, laboratuvar imkanları ya da sosyal imkanlar ve bunlarla ilgili belirlenmiş kriterler çerçevesinde yapılan bir yaklaşım var. Bir de amaç için uygunluk yaklaşımı var. Amaç için uygunluk yaklaşımı üniversitelere bağlamsallık da katıyor. Türkiye'deki kalite güvencesi sistemi ve bunun altını dolduran stratejik plan yaklaşımları amaç için uygunluk yaklaşımına denk düşmektedir. Ancak YÖK'ün 2547 kaynaklı fakülte açma program açma öğrenci alım kriterleri, kalite jargonunda başlangıç akreditasyonu diye geçmektedir. Müfredatın oluşumu, derslerin öğrenme kazanımları ve program yeterliliklerinin oluşturulması süreçleri ise üniversiteler kendi içinde tanımlıyor.” ifadelerini kullandı. Prof. Dr. Kar, kurumsal akreditasyonu sağlamış bir üniversitenin rektörlük önderliğinde program akreditasyonlarını da hızlı bir şekilde gerçekleştirme imkanı olabileceğini söyled.
Akreditasyon sistemlerinin nihayetinde insana dayanması ve bunun sistemin işleyişi üzerindeki etkilerinin değerlendiren Prof. Dr. Vatan Karakaya, kalite sisteminin öznesinin insan olmasına vurgu yaparak insanı dışlayan mekanik bir süreçten ibaret olmaması gerektiğini ve irfan geleneğine sahip Türkiye coğrafyasında Ahilik geleneğinin insan yetiştirme bağlamında iyi bir kalite kontrol sistemi örneğini sağladığını savundu. Prof. Dr. Karakaya “Ahilikte pabucu dama atma aslında bir esnafın, ayakkabıcının veya kunduracının yanlış dikişine ilişkin olarak ona verilmeyen doçentlik unvanıdır” ifadeleri ile düşüncesini destekledi. Prof. Dr. Vatan Karakaya, “Kalite hiçbir üniversite için yük değildir. Eğer yük haline getiriyorsa bir yerlerde bir hata yapıyoruz demektir. Kalite için gidilen yol kalitesiz olamaz. Bunu tasarlamak zorundayız” ifadelerini kullanarak her üniversitenin varoluşsal bileşeni olarak kalite kontrol sistemine sahip olması gerektiğini ve bunun da o üniversite için yük oluşturmuyor olması gerektiğini vurguladı.
Bir üniversitenin akredite olması ile kaliteli olma arasındaki ilişki üzerine konuşan Prof. Dr. Vatan Karakaya, “Aslında mesele çok kaliteli olmak az kaliteli olmak değil. Mesele bu sürece girdim, hedeflerim var ve ben bir kalitenin, bir kültürün peşindeyim demektir. Kendime dair geleceğimi tanzim edeceğim ve ben yaptığım her işin sorumluluğunu üstleniyorum. Bunlara dair kalite sistemlerimiz ve hesap verebilir bir sistemim var demektir. Akreditasyonu aldık kaliteli olduk değil. Zaten kalitenin gayesi sürdürülebilir ve her zaman iyiyi arama gayretidir. Bir yerde durursa zaten kalite olmaz.” ifadelerini kullandı. Akreditasyonun kaliteli olma yolunda atılan ilk adım olduğunu ve kalite adına takip edilebilir bir sürecin başladığını gösterdiğini aktaran Prof. Dr. Karakaya’dan sonra aynı konuda söz alan Prof. Dr. Muhsin Kar “Gerek program akreditasyonda gerek kurumsal akreditasyonda üç adım var. Birinci adım öz değerlendirmedir. İkinci adım dış değerlendirmedir. Üçüncü adım da karardır. Yani karar da olumlu olduğu zaman onun adına da akreditasyon diyoruz.” ifadelerini kullandı. YÖKAK uygulamasından bahseden Prof.Dr. Kar “Mesela Türkiye'de YÖKAK'ın tam akreditasyon verdiği bir süre 5 yıl. Ancak ikinci yıl tekrar geliyor bir öz değerlendirme istiyor. Bir önceki kurduğu sistem yerinde mi diye kontrol ediyor. Bu süreklilik niçin gerekli? Dışımızda değişen dönüşen bir dünya var. Mezunlarımızın kamu özel ve bütün sektörleri düşünün buraların da ihtiyaç duyduğu insan yetkinlikleri değişiyor. Dolayısıyla bizim sürekli mezunlarımızın istihdam edildiği sektörlerle iletişim halinde olduğumuz buralardan düzenli geri bildirim aldığımız, hem işverenlerden hem mezunlarımızdan hem de hocalarımızdan değerlendirmeleri toplayabildiğimiz mekanizmalar kurmamız gerekiyor. Dolayısıyla bu süreç statik değil dinamik olmak zorunda. Sonuç olarak akreditasyon bir defa aldınız bitmiyor” dedi.
Akreditasyon ve kalite konularında Kıta Avrupası ve Anglo Sakson ülkeleri arasında farklılıklar üzerinde değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Vatan Karakaya, “Avrupa'nın yani kıta Avrupa'sının beş üniversite tanımı var. Amerika zaten Almanya modelinin pratik hayat ve teknoloji eklenmemiş halidir. Mekanikli teknoloji üretmeye başlattıktan sonra pratik hale geldi ve ayrı bir felsefeye dönüştü. Dünyadaki bilgi toplamını Amerika pratikte bir teknolojiye endekslemek için uğraşıyor. Bunun merkezi durumunda ve kalitesi dünyayı da etkiliyor. Amerika’daki kalite sistemleri daha pratik üretime dönük Avrupa'nın sistemi ise mekaniktir. Avrupa rekabete girebilsin diye Bologna 1999'da öyle başladı. Ancak başarılı oldular mı tartışılır. Avrupa bu noktada başarılı diyemiyorum“ ifadelerini kullandı.
Türkiye'de yükseköğretimde kalite algısı üzerine konuşan Prof. Dr. Muhsin Kar “Bizim yüksek öğretimdeki paydaşlarımızın kalite algısının çok parçalı olduğu kanaatindeyim. Çünkü mesela akademisyenler ve öğretim elemanları olarak bizlerin kalite algısı tamamen arge merkezli bir bakış açımız var. Biz kaliteyi konuştuğumuz zaman işte Vatan hocamın TÜBİTAK projesinden, Orhan hocamın Q1 makalesinden, diğerinin Avrupa Birliği fonlarından aldığı, NATO fonlarından aldığı projelerden yola çıkarak değerlendiriyoruz. Öğrenci ise kaliteden daha çok nitelikli öğretim, öğrenme tecrübesi ve öğrenme tecrübesini, yaşadığı çevrenin imkanlarıyla algılıyor. Yani bir kampüsün sunduğu öğrenci olma durumu ve iyi bir eğitim öğretim imkanı sağladı mı? Hocalar derslerde eğitim öğretime gerekli önemi verdi mi? Verdiyse onu kaliteli diye algılıyor. Öğrenci kantinde Orhan hocanın Q1 makalesi konuşmuyor. Kantinde öğrenci Orhan hocanın dersini kaçırdım. Acaba ne kaçırdım diye konuşuyorsa öğrenci açısından kalite gündeme gelmesi gerekiyor. İş dünyası ise mezunlarımızın alana ve sektöre özgü yeterliliklerinin var mı, yok mu diye bakıyor. Diğer taraftan Devlet de kaynak ayırıyor buraya ve ayırdığı kaynakla toplumun ihtiyaçlarının ve tüm kamu özel sektörün ihtiyaçlarının karşılanmasını bekliyor. Dolayısıyla böyle bir parçalı bir anlayışımız var.” şeklinde değerlendirmelerde bulundu. Prof. Dr. Kar kalite algısı ve parçalı bakış sorunu konusundaki değerlendirmelerini “Bu parçalı anlayış içerisinde ESG (Avrupa Standartları Guideline) rehberine baktığımızda işin özünün eğitim öğretim olduğunu görüyoruz. Yüksek öğretim kalite güvencesi ve akreditasyonun kalbidir. Dolayısıyla program akreditasyonlar bakın yoğunluğunu müfredatın tanımlanmasına, derslerin öğrenme kazanımlarına, program yeterliliklerine ve öğretim kadrosunun yeterliliğine yoğunlaşıyor. Dolayısıyla yani diyor ki hocalarınız arge performansını izliyor musunuz? Kalite, eğitim öğretime ilişkin bir şeyler bekliyor. Biz bunu ıskalıyoruz. Bence en önemli şeyimiz kamusal hizmet olarak eğitim öğretimde en temel sorumluluğumuz kalite güvencesi. Bu da bize sorumluluk yüklüyor.” ifadeleriyle sürdürdü.
Prof. Dr. Muhsin Kar, akreditasyon ve kalite güvencesinin artık küresel bir dalga olduğunu, ülkemize gelen yabancı uyruklu öğrencilerin artık bunu sorguladığını, üniversitelerimizin uluslararası sıralamalarda yer edinmesi için bu süreçleri tamamlaması gerektiğini ifade etti. YÖKAK’ın bu konuda üniversitelere ciddi rehberlik ve destek sağladığını belirten Prof. Dr. Kar, üniversitelerin hem öğretim elemanlarının hem de öğrencilerin dijital eğitim teknolojilerini kullanma yeterliliklerini geliştirmesine önem vermesi gerektiğini ve sürdürülebilirlik için küresel sorunlar konusunda öğrencilere farkındalık aşılanması gerekliliği üzerinde durdu.
Prof. Dr. Orhan Uzun kapanış değerlendirmesinde “Akreditasyonun yüksek öğretim kurumlarının sahip olması gerektiği en düşük sınır, kalitenin ise sonsuz bir yolculuk olduğu” vurgusunu yaparak programı kapattı.