Üniversite Fikri/Felsefesi Paneli: Üniversitelerin Kendi Varoluş İdeasına Dönmesini Batı Dünyasındaki Travma mı Engelliyor?
Üniversite Fikri/Felsefesi Paneli:
Üniversitelerin Kendi Varoluş İdeasına Dönmesini Batı Dünyasındaki Travma mı Engelliyor?
İslam Ülkeleri Akademisyenler ve Yazarlar Bilriği (AYBİR) tarafından düzenlenen “Dünyada ve Türkiye’de Yükseköğretim” başlıklı web panel serisinin ilki “Doğuşundan Günümüze Üniversite Fikri/Felsefesi” konusu ile 9 Mayısta saat 20:30 da online olarak gerçekleştirildi.
AYBİR sosyal medya hesapları üzerinden canlı olarak yayımlanan ve Doç. Dr. Ebubekir Ceylan moderatörlüğünde gerçekleşen web panele Prof. Dr. İsmail Güleç ve Doç. Dr. Alim Arlı konuk olarak katıldı.
Ceylan “Üniversiteler hepinizin bildiği üzere özgür düşüncenin üretildiği yerlerdir. Ancak bugünlerde özellikle batıdaki üniversitelerde özgürlüklerin oldukça kısıtlandığını görmekteyiz. Ve batıdaki birçok üniversitenin kampüslerinde hareketli günler yaşanmakta ve bu hareketliliklerde yapılan eylem ve protestolarda hiçbir şiddet eylemi içermemesine rağmen polisin çok şiddetli bir şekilde gerek öğrencilere gerek akademisyenlere karşı tutuklamaya varan eylemlere gittiğini görüyoruz.” ifadeleri ile Batı’da var olan bu durumun üniversitelerin varoluş amaçlarının tekrar hatırlanmasını ve üzerinde konuşulmasını gerekli kıldığını belirtti.
Güleç, ABD’de üniversite kampüslerinde devam eden Gazze İle dayanışma ve İsrail’i ve destekçisi ABD yönetimini protesto eylemlerine atıfta bulunarak konuşmasına “Aslında siz üniversitenin nasıl bir yer olduğunu sordunuz. İşte üniversite tam da böyle bir yer olmalı.” diyerek başladı. “Batı kurumu olarak üniversitenin doğuş iklimine değinmek isterim. Üniversiteler böyle protestolarla, öğrenci hareketi olarak kuruldu Batıda. Bologna’da öğrenciler kendilerini yolunacak kaz olarak gören şehir halkına karşı tepki olarak bir araya geldiler ve şehrin yönetimine giderek kiralar düşürülmediği takdirde şehri topluca terk edeceklerini söylediler. Kaybı göze alamayan yönetim ve şehir öğrenci taleplerini kabul etti. Öğrenciler bundan hareketle birlik kurdular ve bu birliğe üniversite dendi” şeklinde konuşmasına devam eden Güleç, “günümüze kadar değişik evreler geçirerek üniversiteler bugünkü anlamını kazandı. Bugün de aslında öğrenciler protestolarıyla üniversiteler bizim diyor. Bu bazen hoşumuza gitmese de üniversitenin doğasında bu vardır. Hocalar birliği de Paris’te üniversitelerin başlangıcını oluşturdu” dedi. Güleç, üniversitelerin doğasında yatan bu protesto kültürünün bugünlerde şiddetle bastırılmasının arkasında siyasi boyutların var olduğunu söyledi. Bu boyutları Güleç “1940’lı yıllarda yaşanmış derin travmaların Batı dünyasını esir alması ve bu travmayı da psikolojik olarak çok iyi yöneten, dünyayı yöneten bir kesimin olması, bunun yönlendirmesiyle hepimizin elinin kolunun bağlandığı bir dünyada yaşıyoruz.” ifadeleri ile aktardı.
Güleç, üniversite ile medreselerin kıyaslanmasının doğru olmayacağını, her iki kurumun yüksek öğretim kurumu olmak bakımından benzer olmakla beraber farklı, siyasi, sosyal ve ekonomik şartlarda kurulup geliştiğini belirtti. İslam Dünyasına özgü bir yükseköğretim kurumu olan medreselerin üniversitelerden bir çok açıdan ileride olduğunu söyleyen Prof. Dr. Güleç “ancak 19. yüzyıla doğru gelişmelerle beraber mesafe medreseler aleyhine açıldı. İslam Dünyası medreseleri geliştirip dönüştüremedi. Osmanlı denedi, bununla ilgili çok ıslahatlar yaptılar. Fakat iflah olmayacağını anlayınca modern okullar oluşturdular” dedi. Üniversitelerin bir Batı Avrupa kurumu olmakla beraber başta Sicilya olmak üzere İslam Dünyasından etkilendiklerini vurgulayan Prof. Dr. Güleç, “nasıl medreseler budist rahiplerin, manastırların devamı diyemeyeceğimiz gibi üniversiteler de kendinden öncekilerin devamı değildir. Kendine özgü Ortaçağ Batı Avrupa kurumudur” dedi.
Doç. Dr. Alim Arlı, üniversite kavramının tarihin farklı dönemlerinde çok farklı içeriklerle içeriklenmiş bir kavram olduğunu belirterek “Dönemin toplumsal, kültürel ve felsefi şartları, kabulleri ve bir takım gelişmeler- siyasi, ekonomik- kurumlara ve kurumların üstlendiği içeriklere etki ediyordu. Her dönemin üniversite kavrayışının farklı olduğunu söylemek hiçbir şey bilmeden de söyleyebileceğimiz bir şeydir” dedi. 19. asrın pek çok alanda olduğu gibi bu alanda da dönüştürücü etkisi olduğunu belirten Doç. Dr. Arlı sözlerine “modern araştırma üniversitelerin başarıları kurumsallaştıkça bu kurumun tarih boyunca aynı olduğu algısı yarattı” şeklinde sürdürdü. Tarihçilerin verdiği bilgilere göre üniversitelerin arkaik bir kurum olarak miadını doldurup doldurmadığının bile tartışıldığını söyleyen Doç. Dr. Arlı, “Fransa bunun canlı bir örneğidir. Üniversitelerin kapatıldığını biliyoruz devrimden sonra. Başka bir sisteme büyük okullar sistemine geçiliyor. Almanya’daki model biraz organizasyonel yenilikle birlikte yeni bir trend başlıyor” tespitini yaptı. Almanya’nın Avrupa’daki kimi gelişmelere gecikmişliğinin söz konusu olduğunu ve geri kalmışlığın kökenini bilimde geri kalmakta aramasının bizdeki tartışmalara benzediğini söyleyen Doç. Dr. Arlı sözlerini “Humbolt’un devlete sunduğu rapor keşfedilince araştırma üniversitesi aradığı tarihi kökeni buldu. Fransa’ya yenilen Almanya’nın genelinde politik ve kültürel depresyon söz konusu. Bu depresyonun en temel sonucu 1810’da yeniden organize edilen Berlin Üniversitesidir” şeklinde sürdürdü.
Üniversitelerin ortaçağdan modern döneme doğru evrilişi ile ilgili Arlı şunları söyledi: “1789 ile 1810 arası kritik bir tarih. Üniversite tarihi açısından yani Fransız Devrimi ile Berlin Üniversitesi'nin kurduğu aralıkta çok önemli tartışmalar söz konusu. Ve bu aralık aslında kurumsal açıdan bir inovasyon arayışı dönemi. Yani almanya'da artık hani felsefenin ve ilahiyatın ilişkisine dair statü tartışması Kant tarafından belli bir “çözüme” kavuşturuluyor ve artık hani felsefe o tabi pozisyondan daha eşit bir pozisyona terfi ediyor. Fakülteler çatışmasıyla bilime de bir yer açılıyordu. Bilim çünkü dışarılarda yapılıyordu. Müzelerde yapılıyor. Rasathanelerde, akademilerde, kraliyet akademilerinde, bilgi topluluklarının faaliyetleri içerisinde özel bir takım laboratuvarlarda. Bilim dışarıda, üniversitenin dışındaki her yerde, belki botanik bahçelerinde bilgi faaliyeti, doğa bilgisi, doğal felsefesi faaliyetiydi.”
İslam dünyası bilim geleneği ile Avrupa bilim geleneği arasındaki etkileşimi ve kilise ile üniversitelerin gelişimi arasındaki bağı bir örnek üzerinden açıklayan Güleç şunları söyledi: “İspanya ile Fransa' bölgelerinde bir Katarlar diye bir mezhep çıktı ortaya. Bu Katarları kilise sapkın bir mezhep kabul etti. Onları Katoliklik dairesi içinde saymadı ve sapkın ilan edip üzerine hatta Haçlı ordularının gönderildiği tek Hristiyan topluluk oldu. On binlerce insanı öldürüyorlar, yakıyorlar şehirde inanılmaz bir vahşet sergiliyorlar. Bu Katarları şimdi söyleyeceğim Üniversiteyi etkileyen kısmı şu. Tabii Katarların Endülüsle olan etkisinden de bahseder kaynaklarda, Endülüs'teki gelişmişliğin ve entelektüel birikimin Katarlara aktarılmasından dolayı biraz daha entelektüel oldukları söyleniyor. Kilisenin göndermiş olduğu papazlar bu Katarlı rahipler karşısında aciz kalırlar”. Güleç, bu süreçte krallar ve kilise arasındaki rekabet ve mezhepler arası rekabetin üniversitelere yaradığını ve Avrupa’da hızlı bir yayılım gösterdiğini belirtti.
Doç. Dr Arlı, modern üniversitelerin tarihi ile ilgili modern üniversitelerin tarihinin bilimler ve meslekler tarihinden soyutlanamayacağını belirtti. Konuşmasının devamında Arlı, üniversitelerin bütün meslek alanlarını içine alması ve fayda temelli bilgi üretim kurumlarına dönüşmesini kardinal John Henry Newman tarafından çöplük olarak nitelendirilir iken, eğitim filozofu Abraham Flexner’in da bu durumdan dehşete düştüğünü aktardı. Doç. Dr Arlı, düşün dünyasında bu modern üniversite modeline karşı bu kadar sert eleştiriler bulunurken günümüzde üniversitelerin için at yetiştiriciliği bölümlerinin dahi girmesinin nasıl gerçekleştiğini ABD’deki üniversite modellerinin çeşitliliği ile açıkladı. Devamında Arlı, mevcut üniversiteler sistemine geçişi açıklarken “Amerikalılar ziraat okulları kuruyorlar. Bin sekiz yüz kırklı yıllarda orta batının büyük arazilerinde ziraat desteklemek üzere büyük ziraat üniversiteleri kuruyorlar ve bin sekiz yüz altmış iki senesinde de bir senator Morrill bir yasa çıkarıyor. Meşhurdur yani üniversiteler tarihinde Morrill Act diye geçen Morrill Yasası. Bu yasanın özü şu devlet, devlet üniversitelerine arazi bağışlasın ve bu araziler ne yapacaksa yapsınlar. Yani bunları ister paraya çevirsinler isterse de “service to community” dedikleri şey yani topluluğa hizmet etsinler” ifadeleri ile ilk çoklu fakülteleri içine alan geniş alana yayılmış çok kampüslü üniversite modelinin gelişimini özetledi.
Doç. Dr Arlı, bir teknokrat olan Clark Kerr tarafından gerçekleştirilen reformlarla birlikte University of California’nın, Kaliforniya eyaletinin tüm ihtiyaçlarını karşılayacak bir merkeze dönüştüğünü aktardı. Devlet yanında özel bağışçıların desteği ile üniversitelerde bilimsel araştırmaların yapıldığı bir üniversite modeli için Doç. Dr. Arlı “Ancak 1960 larda patlak veren “Free Speech Movement” olayları ile üniversite öğrencileri devletin ve özel bağışçıların üniversite yönetimi üzerinde kurduğu baskıyı sorguladığı dönem başlamış oldu” tespitini yaptı.
Günümüz ABD üniversite kampüslerindeki protestolara ve buna verilen tepkileri de değerlendiren Doç. Dr Arlı “Bugün aslında Amerikan kampüslerindeki hareketlilik biraz Amerikan üniversitesi'nin prestijini kurtaran bir şey. Çünkü gerçekten Amerikan Üniversitesi dibe doğru gidiyordu. Yani neredeyse McCarty dönemini andıran kongre yargılamaları yapılıyor” ifadelerini kullandı. Doç. Dr. Alim Arlı, Amerikan üniversitelerinde yaşanan Gazze protestolarının aslında üniversitelerin büyük bağışçılara ve devlete karşı otonomisini kaybetmesine karşı bir isyan olarak yorumladı.
Arlı, Kerr’in ortaya koyduğu üniversite modelinin potansiyelini önemli ölçüde tükettiğini ve buna rağmen bu modelin yaşatılmaya çalışılmasının üniversitelerin kendi varoluş ideasından uzaklaşmasına sebep olduğunu belirtti. ABD üniversitelerinde Gazze protestolarıyla ilgili de “Günümüzde işte bu Gazze tartışmalarında olduğu gibi bağışçılar parayı çekerim diyor. Siyasetçiler ‘sen burada neler yapıyorsun?’ diyor. ‘Sen şunu niye öğretmedin?’ diyor. Bunu öğretmişler. Ha şunu öğretmemişsin. Öğrenciler de diyor ki; yani siz de bize bu kadar eleştirel düşünme akıl bu kadar oryantalizm kritiği okutuyorsunuz. Ama bunları söylediğimiz zaman da bize şöyle böyle diyorsunuz. Yani aslında üniversitenin eğitim idealinin gerçeklerin duvarına çarparak iktidarın, iktidar ilişkilerinin, bütün o hipokrasinin duvarına çarparak yarattığı bir kriz durumu söz konusu ve bunun çok önemli etkileri olacağını düşünüyorum” dedi.
Prof. Dr. Güleç “Üniversitelerin bir kriz içerisinde olduğunu ve yeni bir üniversite inşa etmeye ihtiyaç var. Üniversite tarihinde olduğu gibi günümüzde de üniversite kurumundaki köklü değişimlere üniversite dışındaki olayların ön ayak olacağı muhtemel görünüyor Ancak her zaman olduğu gibi üniversiteler kendi değişimlerini kendi içerisinde gerçekleştirecektir ve bu değişimi gerçekleştirebilen üniversiteler gelecek yüzyıllara ulaşabilecektir.” ifadeleri ile üniversitelerin ideasından uzaklaştığı noktasından Arlı’ya katılmış oldu.
Güleç, üniversitelerin dünyada ve Türkiye’de geldiği durum noktasında, üniversitelerin günlük ihtiyacı karşılayacak mesleklerin okutulduğu bir yer olmaması gerektiğini; güçlenen devletlerin güçlü kadrolara ihtiyaç duyduğunu ve üniversitelerin bunları karşılayacak zeki ve çalışkan öğrencilerin yetiştirildiği bir yer olması gerektiğini dile getirdi.
Panelin tamamı için tıklayın...