Dünyada ve Türkiye'de Yükseköğretim | Araştırma Ekosistemi: Tespitler-Öneriler
Dünyada ve Türkiye'de Yükseköğretim | Araştırma Ekosistemi: Tespitler-Öneriler
İslam Ülkeleri Akademisyenler ve Yazarlar Birliği (AYBİR) tarafından düzenlenen “Dünyada ve Türkiye’de Yükseköğretim” başlıklı web panel serisinin dördüncüsü “Araştırma Ekosistemi: Tespitler-Öneriler” konusu ile 13 Haziran’da gerçekleştirildi.
AYBİR sosyal medya hesapları üzerinden canlı olarak yayımlanan ve Prof. Dr. Hatem Akbulut moderatörlüğünde gerçekleşen programın panelistleri Prof. Dr. Fikrettin Şahin ve Prof. Dr. İbrahim Akduman oldu.
Türkiye'deki araştırma ekosisteminin mevcut durumu üzerine konuşan Prof. Dr. Fikrettin Şahin, yirmi yıl öncesine kıyasla Türkiye’de araştırma imkanlarının çok fazla geliştiği ve artık bir bilim insanının araştırma yapmak için yurt dışına gitme ihtiyacı kalmadığı ve hatta yurtdışından Türkiye’ye geldiklerini vurguladı. Şahin, bu imkanların TÜBİTAK’ın, üniversitelerin ve şirketlerin Ar-Ge merkezlerinin araştırmalar ve araştırmacılara verdikleri finansal destekle mümkün olduğunu aktardı. Prof. Dr. Fikrettin Şahin, konuyla ilgili “Bugün araştırma ekosisteminde birçok üniversitenin çok çok iyi araştırma altyapıları kuruldu. Tabii ki araştırma altyapısı her şey değil. Bilim yapabilmeniz için Ar-Ge ekosistemi temelde üç şeye dayanır. Bir dünyayla rekabet edebileceğiniz iyi bir altyapılarının olması lazım. Laboratuvar altyapılarının bilim yapabileceğiniz, bilgiyi üretebileceğimiz teknolojik altyapılarının olması gerekiyor. İkincisi bu bilgiyi üretebilecek yeterli sayıda bilim insanlarının bulunması ve bunların da organize olması ve beraber çalışmaları gerektirir. Farklı disiplinlerden yeterli sayıda bilim insanına ihtiyacınız var. Yeterli sayıda olmaları yetmez. Nitelik olarak da yeterlilikleri uluslararası arenada rekabet edebileceğiniz bilgi birikimine ve tecrübeye sahip olmaları gerekir. Üçüncüsü de sürdürülebilir finans kaynaklarıdır. Biliyorsunuz bilgiyi üretmek için sadece teknolojik altyapıyı kurmak da bir bütçe gerektiriyor. Ama o teknolojik altyapıyı kullanarak bilgi üretmeye yönelik ihtiyaç duyduğunuz deneysel sistemleri kurmak ve dizaynları yapmak ve uzun soluklu yapılacak araştırmalarda ihtiyaç duyduğunuz bilgiyi, teknolojiyi ve ürünü geliştirme sürecinde kullanabileceğiniz fonlara ihtiyacınız var. Bu noktada baktığımda Türkiye yapı olarak bence mükemmel değil ama mükemmele yaklaşmış durumda. İnsan kaynağı olarak geçmişle kıyaslanmayacak kadar nitelikli ve yeterli bilim insanı artık birçok üniversitemizde var. Üniversitelerarası işbirliği yaptığınız takdirde Türkiye'de yürüteceğiniz çalışmalarda bilimsel eksiklik hissedebileceğiniz veya yeterlilik noktasında insan kaynağı eksikliğinin olduğu pek bir alan kalmadı diyebilirim. Belki bazı stratejik kritik alanlar hariç. Ama araştırma fonlarının sürdürülebilir araştırma fonlarında halen daha eksiklikler var. Kaynak alabilirsiniz ama bu kaynakların sürdürülebilir olarak projelerinizi desteklemesi ve çalıştığınız bilim insanlarını o ekosistemin sürdürülebilir bir şekilde iyileştirerek daha iyi bir noktaya gelmesi ihtiyacının olduğunu görüyorum“ ifadelerini ekledi. Prof. Dr. Fikrettin Şahin, yeterli insan kaynağı olmadığı için Türkiye'de ünivetsitelerde kurulan laboratuvarlardan yeterli verimin alınamadığını belirtti. Aynı konuda Prof. Dr. İbrahim Akduman da, üniversitelerde araştırma ekosisteminin yeterince gelişmediği için ilk yıllarda yapılan arge yatırımlarının yeterli verimliliğe ulaşmadığını ifade etti.
Prof. Dr. Hatem Akbulut’un “Akademisyenler tarafından, sanayi tarafından, araştırma enstitüleri tarafından ve araştırma merkezleri tarafından bir birçok zorlukla karşılaşıldığı ifade ediliyor. Bu araştırma süreçlerinde karşılaşılan en yaygın zorluklar sizce nelerdir? Özellikle araştırmacılar finansman temini konusunda önemli sıkıntılara sahip olduklarını ifade ediyorlar. Bu sıkıntılar nelerdir? soruları üzerine konuşan Prof. Dr. İbrahim Akduman “devletin kaynakları araştırmacılara temin etme gibi bir yükümlülüğü var ancak araştırmacı da ihtiyaç duyduğu kaynağı araştırması ve bulması gerekir” dedi. Akduman, “Benim bakış açım açısından baktığınızda sadece devletin verildiği kaynaklara bakarak sadece altyapılar kuralım ve bunların üzerine gidelim diyerek bir yerlere varmanız zor. Bu şekilde devlete büyük sorumluluklar yüklüyorsunuz. Kaynak bulmada esas olan araştırıcı kendisinin kaynaklara ulaşabileceği yolları da bulması gerekiyor. Bunun peşinde koşmalı ve çözümler üretmesi gerekiyor. Aslında bu kaynaklar var ve ulaşabilirsiniz. Yeter ki doğru şekilde kendinizi koordine edin” diyerek kaynak bulmada araştırmacının sorumluluklarına vurgu yapmış oldu. Prof. Dr. İbrahim Akduman, bilimsel araştırmaları daha iyi noktaya gelmesi için proje bazlı kaynaklar kadar insan kaynağının korunmasına finansman ayrılması gerektiğini aktardı.
Araştırmacı yeni bir ürün ortaya çıkardığında bunun müşterisini kendisi mi bulmak zorunda? Eğer böyleyse bu defa çok gelişmiş ülkelerle bizim gibi ülkeler arasında bilim adamların rekabetçiliği konusunda bizlere bir haksızlık olmuyor mu? sorularına cevap veren Prof. Dr. İbrahim Akduman, “Bir kere bu araştırıcının görevi değil. Araştırıcı teknolojiyi geliştirmek, bilimi geliştirmek ve bunu uygulanabilir hale getirecek çözümleri üretmekle yükümlü. Bunun hayatın bir parçası haline getirmek, kullanılabilir hale getirmek yoluna gittiğinizde Türkiye'de biliyorsunuz teknoloji transfer ofisleri var her üniversitede bir teknoloji transfer ofisi var. Veya teknokentler var. Teknokentler altında teknoloji transfer ofisleri var. Bunların temel görevi işte bu tür yapılan işleri veya araştırma sonuçlarını ürüne dönüştürecek, kullanıma dönüştürecek ve hayata geçirecek çözümler üretmek. Ve böylece endüstri ile veya bu işi hayata geçirecek organizasyonlarla araştırıcı arasında bir köprü kurmak. TTO’lar gerçek anlamında istenildiği gibi çalışıyor mu çalışmıyor mu onu değerlendirebiliriz. Çünkü bazı üniversitelerde veya bazı teknokentlerde bu çok daha iyi işliyor görünüyor.” dedi. Bu konu üzerine konuşan Prof. Dr. Fikrettin Şahin, “kanun gereği ticarileşmeye uygun bir buluş yaptığını düşünen araştırmacının öncelikle patentleme süreçleri için üniversiteye başvurması gerekmekte. Eğer üniversite buluşla ilgilenir ve ticarileşmesini isterse bu srüeçleri kendisi yürütür. Eğer üniversite ilgilenmezse de araştırmacı serbest buluşçu hakkına sahip olur ve buluşunun tüm patentleme ve ticarileşme süreçlerini kendisi yürtebilir” dedi. Bununla birlikte Şahin, bir araştırmacının ürünlerinin patent ve ticarişleşme süreçleri ile uğraşmasını doğru bulmadığı ve araştırmacının en iyi yaptığı iş olan birilimsel çalışmaları yapması gerektiğini söyledi. Şahin, bu değerledirmesine gerekçe olarak araştırmacının geliştirdiği ürünlerinin ticarileşmesi konusunda hızlı gelişen sektörle rekabet edecek bilgi ve donanıma sahip olmadığı ve bunları kazanmak istediğinde de rakiplerinden geri kalacağını gösterdi. Sözlerinin devamında Prof. Dr. Fikrettin Şahin, “Bu zaman kaybını aşabilecek bir sürece ihtiyacımız var. Bu kültürü biz üniversitelerimizde yani üniversitelerden çıkan bilgi teknoloji ve ürünlerin inovatif ürünlerin kısa sürede ulusal ve uluslararası arenada rekabetçi ürüne dönüştürülüp üretilmesi ve ticarileştirilmesi ile ilgili bir kültür eksikliğimiz var. Bu kültürel eksikliğimiz çok hızlı bir şekilde gidermemiz gerekir. Bu eksikliklerle beraber de bu tür ürünler geliştirilmiş olan ürünlerin pazarda yerini bulması ve Türkiye'de bizim geliştirdiğimiz bu ürünlerden payını alması gerekiyor. Aksi takdirde biz çalışırız faydasını başkaları görür.” uyarısında bulundu.
Prof. Dr. Hatem Akbulut tarafından yöneltilen “Araştırma kurumlarının yapısal sorunları
nedir? Ne tür çözümler olabilir?” sorusu üzerine konuşan Prof. Dr. İbrahim Akduman “Yeterli bir mevzuat oluşturacaksınız. Çok derin veya öğretim üyesinin rahat hareket edebileceği mevzuatlar yaratacaksınız. Patentleme süreçlerini ona göre kolaylaştırılmalı. Bu çerçevede de ara sistem oluşturacaksınız. Ara sistem endüstri ile araştırıcı arasındaki yapıyı doğru kurgulamak ve bu doğru kurgu öğretim ve araştırıcı geliştirdiği ürünleri endüstriye tanıtacak sistematik altyapıları oluşturmak gerekir. Bunları yaptığınızda aslında çok sıkıntı yaşamayacağını düşünüyorum. Ben bu konuda çok ulaşılamaz veya kötü bir durumda olduğumuz düşünmüyorum. Bir öğrenme sürecindeyiz. Bu kültürü kazanma sürecindeyiz. Ne kadar çok araştırma yapılır ve bunlar ne kadar ürüne doğru yönlenir ve ne kadar itici bir yapı ortaya çıkarsa araştırma kurumlarının da buna ilişkin çözümleri hızla üreteceğini düşünüyorum.” değerlendirmelerinde bulundu. Konuyla ilgili değerlendirmelerine devam eden Prof. Dr. İbrahim Akduman, üniversitelerde daha iyi araştırmaların yapılması ve bu araştırma sonuçlarının patenetlere ve ürünlere dönüşmesi için katı bir üst yapının iyi olmayacağı, bu konuda üniversitelerin daha özgür bırakılması ve merkezi kurumların da üniversitelerin ürettikleri araştırma çıktılarının kalitelerine göre destek mekanizmaları kurması gerektiğini savundu.
Özel üniversitelerin yapısal sorunları var mı? sorusu üzerine fikirlerini ifade eden Prof. Dr. Fikrettin Şahin, yapısal sorunların özel, vakıf ve devlete üniversitesi ayrımı olmadığını ve hepsinde bulunduğunu ifade etti. Şahin, en önemli gördüğü yapısal sorunları, araştırmacıların ekip çalışmasına alışkın olmamaları; araştırma bütçelerinin dağılımı ve kullanımı; patent başvurularının maliyeti ve araştırmacılarının buna finansal imkanlarının yeterli olmaması; kaliteli dergilerde yayın yapmanın maliyetli olması ve bunu karşılayacak imkanların olmaması; üniversitelerde çalışan akademik personelin Türkiye’de gelecek görmedikleri için yurtdışına gitmek istemeleri ve bunun verdiği stres ve yaptıkları işe odaklanamama problemi; yapılan çalışmaların fikri hakların paylaşılması ile ilgili kompleks bir sürecin olması ve burada yaşanan sorunlar; araştırma için gerekli altyapıların üniversiteler arasında dengeli dağılmaması ve bu imkanlara erişimi konusunda araştırmacılar arasında problemlerinin yaşanması ve başarılı araştırmacılar için teşvik mekanizmalarının eksik olması biçiminde sıralamış oldu.
Prof. Dr. Hatem Akbulut’un, Ar-Ge faaliyetlerinin üniversitelerde artması için ne tür politikalar önerilebilir? sorusu üzerine konuşan Prof. Dr. İbrahim Akduman, araştırmacıların teşvik edilmesi gerektiği, özellikle de teknolojik çözümlere odaklı çalışmaların daha çok destekenemsi gerektiği, araştırmacıların uluslararası hareketlililiği ve entegrasyonun desteklenmesi gerektiği ve en önemlisi de artık akademiye insan kaynağı seçilirken rakamsal donelerden ziyade araştırma becerisine sahip ve çalıştığı alana hakim kadroların objektif değerlendirmelerle araştırma ekiplerine katılması gerektiğini çözüm önerlileri olarak sunmuş oldu.
Türk akademisyenlerinin yayın sayısı ve kalitesi nasıl artar? Yapay zekanın kullanımında etik problemlerle nasıl başa çıkılır? soruları üzerine konuşan Prof. Dr. Fikrettin Şahin, “Türkiye'de yayın sayısının artırılması ile ilgili zaten üniversiteler son 20 yıldır çok ciddi çalışmalar yaptılar. Yayın sayısını arttırmanın en kolay yolu araştırmacı sayısını artırmaktır. Ve araştırıcılar arasında bir ağ sistemi kurmaktır. Altyapılarını birleştirmektir ve bu altyapıları kullanabilecek finansal destekler vermektir. Bu kurum içerisinden ve dışından olabilir. Ulusal projeler olabilir. Uluslararası kaynaklardan bilim insanlarını yönlendirerek kaynaklar alınabilir. Böylece mükemmele yakın olan altyapıda birbirini destekleyecek, eksiklerini tamamlaya bilecek profesyonel çalışma sistemleri olan aralarında bağlantıların olduğu bir ortam yaratılmış olur. Uluslararası networkler olan bilim insanlarını çalıştırdığınız zaman nihayetinde bilgiyi üretecekler, teknolojiyi üretecekler, ürün geliştirecekler ve bu süreçlerin sonu muhakkak yayına dönüşecektir. Peki işte yayına dönüşürken yayın sayısını motive edebilmek için üniversiteler bir dönemler teşvikler başlattı. Hem TÜBİTAK teşvik başlattı hem de üniversiteler. Burada da kaliteyi tırmandırmak için etki vektörü yüksek olan yerlerde yayın yapanlara daha yüksek teşvikler verildi. Düşük etki vektörü olan dergilerde yayın yapanlara da destek vermediler. Bu hem yayın sayısını artırmaya hem de kaliteyi artırmaya yönelik bir çalışmaydı. Bu tür girişimler de gerçekten sonuç verdi. Ama daha önceki konuşmamda da bahsettiğim gibi son yıllarda özellikle de 2020 yılından sonra iyi dergiler de yayın yapmak çok maliyetli hale geldi. Bizim üniversitelerimizde şu anda iyi dergilerde yayın yapmaya yöneldiğimiz zaman onların maliyetlerini karşılayabilecek fonlarda eksiklikler var. Bu maliyetler karşılanacak olursa evet bilim insanları yine yayın sayısını artırır ve iyi dergilerde yayın çıkarmada imtina etmezler.” değerlendirmelerinde bulundu. Etik konusuna da değinen Şahin “Bilimsel çalışmalar bilimsel bir ahlakı gerektiriyor. Bilim insanı zaten ahlaklı insan olması gerekiyor. Bilimsel ahlak kriterlere ve değerlere de biz etik diyoruz. Etiğin de uluslararası normları belli, kriterleri bellidir. Birçok üniversitede etik kurullar zaten kurulmuş durumda. Bu etik kurullar üzerinden üniversitelerde lisans eğitimine başlamış olan öğrenciler de dahil olmak üzere bilim nasıl yapılır, bilgi nasıl üretilir, bilginin üretilme sürecinde veriler nasıl alınır ve nasıl paylaşılır bunların öğretilmesi gerekmektedir. Yapay zekanın gelişimi ve kullanımı bilim insanlarının uyması gerekne etik kuralları değiştirmemekte ve bunu hassasiyet gösterilmesi gerekmektedir.” ifadelerini kullandı.
Genç araştırmacıların Ar-Ge süreçlerine adaptasyonu ve özellikle genç araştırmacıların yani yüksek lisans doktora öğrencilerinin kariyerlerine başlamalarına ve araştırma becerilerini artırmaları için neler yapmak gerekir? Ne tür politikalar takip edilmesi gerekir? soruları üzerinde değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. İbrahim Akduman, genç araştırmacılara uluslararası düzeyde araştırma yapacağı ortamları sunmak ve bu araştırmacıların refah düzeylerinin yüksek tutulması gerekir ta ki tek odakları araştırma süreçleri olsun yorumunda bulundu. Linsansüstü programlara kayıtlı tüm öğrenciler üniversitelerin araştırma programlarına dahil edilmeli mi? sorusu üzerine görüşlerinin sunan Prof. Dr. Fikrettin Şahin, “Lisansüstü programlarında olan insanlar herkes araştırmacı veya bilim insanı olmalı mı? sorusunu soracak olursak tabii ki hayır. Bilim insanı olmak ciddi manada bir sabır gerektiriyor. Uzun yıllar hedeflemiş olduğunuz bilimsel çalışmalara odaklanmanız
gerekiyor. Sabırla birçok insanla işbirliği içerisinde, ekip ruhuyla çalışmanız gerekiyor. Uykusuz günleriniz, yıllarınız ve büyük zahmetler sonucunda belki hiçbir şey çıkmayacak bir yolda emek verebilecek bir insan olmanız lazım. Hayatınızı yaptığınız işe, bilime bir noktada bağımlı hale dönüştürmeniz gerekiyor. Bunu herkes yapabilir mi? Hayır. Bunu herkes yapamıyor. Bir bilim insanı olmak için sabırlı ve kararlı bir karakter yapısına sahip olmak gerekir. Sürdürülebilir bir şekilde emek vermeyi vereceksin ve tahammül edeceksin. Zorluklarla karşılaşacaksın, dirençli olacaksın ve uzun yıllar var olan koşullar içerisinde bir bilimsel mücadele vereceksin. İşte buna karakteri uygun olanları aslında bir mentörlük sistemiyle takip etmek ve de seçmek gerekiyor. O nedenle lisansüstü programlarında veya üniversitelerde eğitim programlarının içerisinde mentörlük programları mentörlük derslerinin olması gerekir. Bu mentörler araştırmaya yönelecek insanlar bir bir çeşit kontrol listesinden geçirerek doğru adayları belirlemeleri gerekir. Karakter olarak bilim insanı olmaya uygun olmayan adayları da farklı alanlara yönlendirmeleri gerekir.” değerlendirmelerinde bulundu. Üniversitede araştırmacı olacak olanlara ve yeni araştırmacılara destek mekanizmaları konusunda da görüşlerinin aktaran Akduman, kariyer destek programlarının arttırılması, araştırmacı olanlara start-up bütçesi verilmesi, üniversite laboratuvarların ayrıcalıklı açılması, kongre ve konferanslara katılmada ayrıcalıklı bütçelerin verilmesi ve her üniversitenin her alan için başarılı bilim adamı tanımının yapılması ve bu tanıma uyanların ödüllendirilmesi gerektiğini ifade etti.
Panelde sonunda değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Hatem Akbulut “Devlet üniversiteleri özellikle profesörlüğü almış öğretim üyelerinin veya araştırmacılarının bulunduğu ve pasif konumda oldukları bir yere dönüştü. Bu hale gelmemek için kuralları çok iyi oturmamız gerekiyor. Devlet Üniversitelerine üstten bir iskelet oluşturmak lazım. Bir profesör ünvan aldıktan sonra kenara çekilip durmamalı. Biraz aktif olmalı. Bilim yapmak isteyen, araştırmacı olmak isteyen ve endüstriye bilgisini transfer etmek isteyen bir genç eğer hocasında bu tür bir altyapı görmezse ne hocasına ne de kurumuna saygı duyuyor. Dolayısıyla gelecekle alakalı maalesef kariyer planını yapamıyor.” ifadelerini kullandı.