İSLAM ÜLKELERİ AKADEMİSYENLER VE YAZARLAR BİRLİĞİ

ACADEMICS AND AUTHORS ASSOCIATION OF ISLAMIC COUNTRIES

اتحاد الأكاديميين والكتاب للعالم الإسلامي

Akademide Kötü Performansın Suçlusu Kim? YÖK mü, Üniversiteler mi?

Akademide Kötü Performansın Suçlusu Kim? YÖK mü, Üniversiteler mi?

Akademide Kötü Performansın Suçlusu Kim? YÖK mü, Üniversiteler mi?

Akademide Kötü Performansın Suçlusu Kim? YÖK mü, Üniversiteler mi?


 

İslam Ülkeleri Akademisyenler ve Yazarlar Birliği (AYBİR) tarafından düzenlenen “Dünyada ve Türkiye’de Yükseköğretim” başlıklı web panel serisinin ikincisi “Sistem ve Performans” konusu ile 30 Mayıs’ta gerçekleştirildi.

 

AYBİR sosyal medya hesapları üzerinden canlı olarak yayımlanan ve Doç. Dr. Yusuf Alpaydın moderatörlüğünde gerçekleşen programın panelistleri Prof. Dr. Bekir Sıddık Gür ve Prof. Dr. Nihat Erdoğmuş idi.

 

Türkiye’nin yükseköğretim sistemindeki değişimleri kronolojik olarak takdimle söze başlayan Prof. Dr. Nihat Erdoğmuş “Bildiğiniz gibi bizim yüksek öğretim sistemimizde 5 tane yasal değişiklik oldu. Bunun üçü reform olarak isimlendiriliyor iki tanesi de düzenleme adıyla yaygın bir şekilde kullanılıyor. Bunu niye veriyorum? Türkiye'de yüksek öğretimi konumlandırırken belki de değişimleri bu tarihler üzerinden ortaya koysak daha anlaşılır olur.1933'te biliyorsunuz ilk üniversite kanunu hazırlandı. Bir tane üniversite Darülfünundan İstanbul Üniversitesine geçtik ve üniversite kanunu tekil kullandık. 1946'ya geldiğimiz zaman 3 tane üniversitemiz oluyor artık üniversiteler kanunu İstanbul Üniversitesi'nin yanında İTÜ ve Ankara Üniversitesi devreye giriyor. 1960'a geldiğimiz zaman 60 darbesi sonrası 4936 sayılı kanunda bazı maddelerini değiştiren düzenleme var. 1973'e çok etkin olması da yeni üniversiteler kanunu çalışması var. 1981'e geldiğimiz zaman çok köklü bir değişimle yükseköğretim kanunu çıkıyor.  4 Kasım tarihinde 2547 meşhur kanun çıkıyor.” ifadeleri ile Türkiye’de üniversitelerin yasal düzenlemelerinin geçirdiği evreleri özetlemiş oldu. 

 

Üniversitelerin niceliksel gelişimi üzerine de değerlendirmeler yapan Prof. Dr. Erdoğmuş “Cumhuriyet ilanıyla başladığımız zaman bir tane üniversitemiz var. Aslında İstanbul Üniversitesi değil İstanbul darülfünunu 1933-34'e geldiğimiz zaman bir üniversiteye dönüştürdük. 1946'da bu 3'e çıktı. 1960'lara geldiğimiz zaman 7 üniversiteye çıktık. Bölgesel olarak yayılmaya başlıyor üniversiteler  ve 81'de  2547 sonrası YÖK sonrası 27'ye çıktı. 2003'te AK Parti ile başlayan dönemde  76 ile başladı ve bugün 2022-2023'e geldiğimiz zaman 208  tane üniversite var.” dedi. 

 

Öğrenci ve öğretim elemanı sayılarındaki gelişime ilişkin rakamları da paylaşan Prof. Dr. Erdoğmuş “Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda Türkiye'de yüksek öğretimde 2914 öğrenci var. Bunların yaklaşık 2000'i İstanbul Üniversitesi’nde,  1000 civarında mekteplerde. Bugün 6.950.000 -açık öğretim dahil- bir sayıya ulaşıyoruz. Mezun sayısı bakımdan yine 420 ile başlayan sayı artarak devam ediyor. Bugün yılda 1 milyona yakın mezun veriyoruz. Yüksek öğretim sisteminden Öğretim Elemanı sayısı bakımından Cumhuriyet kurulduğunda sadece 328, bugüne geldiğimiz zaman 185 bin civarında Öğretim Elemanının var olduğu bir sistemi konuşuyoruz. Öğretim Elemanı başına öğrenci sayısı da artarak devam ediyor.  35 civarında bu sayı. Açık Öğretim dahil değil bu sayıya.  Son yüzyıla baktığımız zaman niceliksel olarak ciddi bir şekilde büyüme söz konusu. Bu büyümenin de 1980'lerden sonra arttığını, 2003'ten sonra hızlanmakla beraber 2006-2007’de çok daha fazla arttığını bugün ise büyük bir sistemle karşı karşıya olduğumuzun altını çizmek gerekiyor” dedi. 

Prof. Dr. Erdoğmuş yükseköğretimin farklı alanlarda profesyonel yetiştirdiğine vurgu yaparak “1980’lerde 4000 civarında doktora öğrencisi varken bugün bu sayı 114-115 binlerde. Hekim sayısı 1000 civarında hekimimiz varken bugün 183.000 Hekim Sağlık personeli anlamında Diş Hekimi anlamında hemşire anlamında son yüzyılda biz ciddi şekilde bazı profesyonel mesleklerde insanı yetiştirdik. Bunu Yüksek Öğretim kurumları yetiştirmiş. Tüm eksiklerine rağmen Hemşire sayısı Diş Hekimi sayısında bunlar çok net görüyoruz. 2500 sağlık personelinden bugün 1.250.000 ulaşan sağlık personeli söz konusu. Öğretmen sayıları okul öncesi hariç 1.670.000  kişi. Adalet personeli bakımından baktığımız zaman  işte 16 binlerde 285 binlere ulaşmış bir sayı var. Mühendisler odasına kayıtlı 660.000 kişi var. Kayıtlı olmayanlar da vardır. Topladığın zaman belki 1 milyona yakın muhtemelen mühendisi var şu anda” dedi. Prof. Dr. Erdoğmuş sözlerini “Yüzyıl dikkate aldığı zaman birkaç binlik sayılardan milyonlar bandına ulaştığımız görülmektedir. Eleştirilerin çok olduğu dönem aslında belki de genişleme ile beraber yüksek öğretimin daha üretken olduğu döneme de karşılık geliyor olabilir. Burada uçlarda kalmadan her şey kötü ya da her şey iyi değil. İyi giden şeyler var. Gelişmesi gereken şeyler var.” şeklinde sürdürdü.

 

Türkiye'deki yükseköğretime erişimle ilgili problemler üzerine konuşan Prof. Dr. Bekir Sıddık Gür “Üniversiteye erişimin çözülmediğini ilişkin olarak birincisi son yıllarda yeni üniversitelerin açılmasıyla birlikte esasında erişimden en çok faydalananların kadınlar olduğunu görüyoruz. Bu da o çok eleştirilen Hakkari'de üniversite açmanın, Şırnak'ta, Siirt'te üniversite açmanın ne kadar doğru bir politika olduğunu gösteriyor.  Siz orada üniversite açtığınız zaman  özellikle kız çocukları imkan buldukları zaman okuyorlar. Dolayısıyla şu an 18-22 yaş aralığına baktığımız zaman kadın net okullaşma oranlarını erkek net okullaşma oranlarının 10 puan önüne geçtiğini görüyoruz. Dolayısıyla bu genişlemeden en çok faydalananlar da kadınlar. Bu bir tarafta dursun önceki yaş gruplarına baktığımızda kadınlar ve erkekler arasında büyük bir uçurum var. Halen bölgeler arasında büyük bir farklılık söz konusu  özellikle bölgelerarası ve cinsiyetler olarak baktığımız zaman farklılıklar devam ediyor.” dedi. Vakıf üniversitelerinin dağılımına ilişkin değerlendirmesinde Prof. Dr. Gür “ Vakıf üniversitelerin yurt sathındaki dağılımında dengesizlikler görüyoruz. Üniversitelerin yurt sathındaki dağılımında hala dengesizlikler görüyoruz. Nüfus dikkate alındığında Adana, Mersin ve Hatay, Gaziantep hattını düşündüğümüz zaman orada her biri en az birkaç milyon olan şehirlerden bahsediyoruz, buralardaki toplam üniversite sayısına baktığımız zaman o nüfusu karşılaması mümkün değil.  Buralarda birtakım  politikaların bugünden  planlanması lazım” ifadelerini kullandı. Engelli öğrencilerin yükseköğretime erişiminde sorun olduğu saptamasını yapan Prof. Dr. Gür “Engelli öğrencilerin sayısı düşük sistemde. Şu an toplam 50.000 civarında engelli öğrenci var. Bu bir erişim sorunu.  Siz bu kişilere hizmeti yeterince sunamadığınızı gösteriyor.  2011'de yapılan araştırmada nüfusun % 6 7'sinin engelli olduğundan bahsediliyor. Oysa bizim yüksek öğretimdeki engelli öğrenci sayımız %1'in altında. Büyük bir fark söz konusu. Şunu da hatırlatayım  o öğrencilerin çoğu da yine açık öğretimde öğrenci. Dolayısıyla bizim hani farklı katmanlar açısından baktığımız zaman daha erişim sorununu çözeceğim çok ciddi  alt katmanlar var. Dolayısıyla erişim sorunu çözüldü gibi davranmak  doğru ve  gerçekçi bir politika sunmuyor. Daha önemlisi Türkiye'nin bugünkü sorularını sadece erteliyor ve herhangi bir çözüm getirmiyor. Zaten bu ne eğitimde ne istihdamda olanların oranı  18-24 yaş diye baktığımızda  % 35' lere yakın. Bu kişilere  eğitim sağlamaktan daha iyi bir politika alternatifimiz de var gibi gözükmüyor” açıklamalarında bulundu.   Prof. Dr. Bekir Sıddık Gür üniversiteye erişim problemlerinin çözümü ile ilgili olarak da değerlendirmelerde bulunarak “Zorunlu eğitim döneminde verilen eğitimin kalitesinin artırılması gerektiği ve üniversite sınavının yılda bir kaç kez yapılması gerektiğini” dedi.  

 

İslam Dünyasındaki üniversitelerin performansı üzerine konuşan Prof. Dr. Nihat Erdoğmuş, Türkiyenin bilimsel çalışma üretmesi açısından 1990-2020 yılları arasındaki dönemde İslam Dünyasında lider olduğu ancak sadece 2014 sonrası dönem baz alındığında İran’ın Türkiye’yi geçtiğini vurguladı. Prof. Dr. Erdoğmuş “dünyanın en iyi 500 sıralaması yapan Times’a göre İslam İşbirliği Teşkilatı üye devletleri 2024 yılında 25 üniversitesi ile yer alırken, Türkiye’de 2-3 üniversite ile sıralamada yerini almıştır” dedi. Prof. Dr. Nihat Erdoğmuş Türkiye ile İslam dünyasını karşılaştırırken “Q1 ve Q2 dergilerinde yapılan yayınlar açısından Türkiye'nin İslam İşbirliği Teşkilatı ülkeleri arasında sayı olarak liderken, etki faktörü bakımından sondan ikinci olduğunu” tespitini yaptı. İslam dünyasındaki üniversitelerin genel performansını değerlendiren Prof. Dr. Nihat Erdoğmuş “Evet niceliksel olarak yüksek öğretim alanında bir bir genişleme oldu. Yüksek öğretim sisteminin kapasitesi arttı. Fakat çıktılar bakımından özellikle  toplumsal fayda üretmek, ekonomik fayda üretmek anlamında hem ayırdığımız kaynaklar hem de  ortaya koyduğumuz çıktılar  bakımdan kat etmemiz gereken epey bir mesafe var. İslam dünyası ülkeler kendi içinde belli bir mesafe kat ediyor görünse de dünyadaki yarışa baktığımız zaman bu yarışta bu hızla devam ettiğimiz zaman açığı kapatmak çok mümkün görünmüyor. Burada çok daha fazla Türkiye'de dahil sisteme yatırım yapması gerekiyor.” ifadelerini kullandı.

 

Doç. Dr. Yusuf Alpaydın’ın “Tabii ki performansımızda sayısal olarak büyümeler var. Ama niteliksel olarak çok parlak gözükmüyor. İşin doğrusu  bunda tabii yapısal yönetsel ve sistemsel problemlerin şüphesiz çok payı var.  Bizim yüksek öğretim

sistemimizde ne tür reformlar gerekiyor? Ne tür iyileştirmeler gerekiyor?” sorusuna cevap veren Prof. Dr. Gür, YÖK yapısında ve rektör atamalarında değişikliklerin yapılmasına vurgu yaparken Prof. Dr. Erdoğmuş ise “Öğrencisiyle Öğretim elemanıyla işvereniyle artık paydaşların biraz YÖK’ü zorlaması gerekiyor. Burada taleplerin dile getirmesi gerekiyor. Ben değişimin yukarıdan değil de aşağıdan başlayacağını ve olması gerektiğini düşünüyorum.” yorumunda bulundu. Konunun değerlendirmesinin devamında Erdoğmuş, tartışmanın merkezine YÖK’ü almaktan ziyade, yüksek öğretim sisteminin tamamının tartışılmasının daha anlamlı olacağını ifade etti. Bu noktada öneride de bulunan Prof. Dr. Erdoğmuş “ Bir taraftan biz mesleki becerileri kazandıracağız öğrencilere ama aynı zamanda üniversitenin bir farkı olarak insani değerleri, entelektüel, sosyo kültürel, sanatsal kazanımları da öğrenciye aktarabilecek bir yer olması lazım. Bu araştırma üniversitesinden formatı biraz farklı olabilir geleneksel üniversitesi ile olabilir.” dedi.


Prof. Dr. Nihat Erdoğmuş, üniversitelerin ilk kurulurken bulunduğu bölgenin ihtiyacını dikkate almadan kurulması bugün sorunlara yol açtığını, üniversitelerin özerkliği ile birlikte kullandığı kaynakların verimliliği konusunda da hesap verebilir olması gerektiğini ve dijitalleşme ile birlikte öğretim elemanları ve öğrenciler için daha motive edici ortamları oluşturulması gerektiğini savundu. Prof. Dr. Nihat Erdoğmuş, yükseköğretimde reform konusunda konuşacak sözün kalmadığını belirterek “herkes de ne yapılacağını biliyor ve bir irade koyma vakti gelmiştir” diyerek sözlerini tamamladı.